SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAĞLAYALIM
Dış politika yazmaya devam edelim mi? Tarih ve coğrafya üzerine oturmayan dış politika analizleri maalesef çok sağlıklı değerlendirmeler içermiyor. Konumuz Suriye olsun. Bu yazıda Suriye’yi tarih ve coğrafya perspektifinde inceleyelim ve kendimiz için faydalı sonuçlar çıkaralım.
Suriye Türkiye’nin ¼’ü kadar toprağa sahip olan bir ülkedir. Nüfusunun da Türkiye’nin ¼’ü kadar yani yaklaşık 20 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Nüfusun % 82’i Arap ,% 8’i Kürt ,% 6’sı Türkmen ,% 2 Ermeni, % 1 Çerkez ve kalanı da diğer unsurlardan oluşmaktadır. Suriye’de nüfustan ziyade nüfusun dağılımı önemlidir. Suriye nüfusunun 1,5 milyon kişilik başkent Şam dışındaki büyük kısmı ülkenin kuzeybatısında yani Türkiye’nin Hatay bölgesine komşu ve Akdeniz’e yakın bölgelerde yaşamaktadır. Ülkenin dini ve mezhep haritasında ise Sünni (% 74), Nusayri (% 12), Hristiyan (% 10), Dürzî (% 3) ve az sayıda İsmailli, Caferi, Yahudi ve Yezidi bulunmaktadır. Halen 5 milyona yakın Suriyelinin 3,5 milyonu Türkiye’de olmak üzere Lübnan, Ürdün ve Irak gibi komşu ülkelerde geçici sığınmacı statüsünde yaşadığı tahmin edilmektedir.
Tarihte Suriye ismi Antik Yunanlılar tarafından Akdeniz'den Zağros dağlarına kadar uzanan Asur İmparatorluğu topraklarına verilmiştir. Suriye toprakları önemini daha çok Avrupa, Mısır ve Hindistan üçgenindeki konumuna borçludur ve kuşkusuz bu önemi ticaretten dolayıdır. Suriye içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyası ve Akdeniz'e açılan bir liman olması sebebiyle geçmişten günümüze büyük devletlerin de ilgi odağı olmuştur. Bu topraklarda 1922 yılına kadar Suriye adıyla topluluklar arasında birleştirici coğrafik bir isim kullanılmadığı gibi bölgede Suriye adıyla herhangi bir devlet, imparatorluk veya beylik de kurulmamıştır. Yani bugünkü Suriye coğrafyasında 1946 yılında bugünkü Suriye kuruluncaya kadar merkezi bir devlet egemen olmamıştır.
Bugünkü Suriye topraklarında başlangıçta Halep, Şam gibi şehir/site devletleri kurulmuştur. Bu siteler Anadolu, Mezopotamya ve Mısırdaki güçlü imparatorlukların etkisindedir. Roma İmparatorluğunun uzun süren egemenliğinden sonra Suriye toprakları Arap-İslam İmparatorluğu tarafından fethedilmiş ve Şam bu imparatorluğun başkenti olmuştur. Başkent Bağdat’a taşınıncaya kadar Suriye tarihindeki belki de en parlak zamanlarını bu dönemde geçirmiştir. Başkent Bağdat’a taşınınca merkez olma özelliğini kaybeden Suriye uzun bir süre adeta Haçlılar, Selçuklular ve Moğollar arasında süregelen savaşların alanı olmuştur. Yavuz Sultan Selim döneminde yeni güç Osmanlı İmparatorluğu bölgeyi topraklarına katmış ve yaklaşık 400 yıl boyunca Suriye Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. Birinci Dünya Savaşından sonra 1920’li yıllarda Şam, Halep ve Lazkiye’de kurulan devletlerin birleşmesiyle Suriye Federasyonu kurulmuştur ancak ülke Fransız mandasında kalmıştır. Nihayet 1946 yılında Suriye bağımsızlığını ilan etmiş ve bugünkü Suriye Arap Cumhuriyeti kurulmuştur. 1958 yılında Mısır ve Yemen ile birlikte Birleşik Arap Cumhuriyetini kuran Suriye 1960’lı ve 70’li yılları İsrail ile savaşarak geçirmiş ve toprak kaybına uğramıştır. 1970 yılında yönetimi ele geçiren Hafız Esad döneminde ülkeyi otoriter bir anlayışla yönetmiş, ölümünden sonra yerine oğlu Beşar Esad geçmiştir. 2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharının etkisiyle 2011 yılında Suriye’de iç savaş patlak vermiş, Suriye uluslararası güçlerin müdahalesi ile karşı karşıya kalmıştır.
Kısaca size Suriye’yi tanıttık. Bu tanıtımda aşağıdaki hususlar göze çarpmaktadır:
- Suriye coğrafyası güçlü devletlerin ilgisini çekmiştir,
- Suriye toprakları egemen güçlerin mücadele alanı olmuştur,
- Suriye topraklarında güçlü, merkezi bir devlet kurulmamıştır,
- Suriye’yi tarihte olduğu gibi Halep, Şam ve Lazkiye bölgelerinin birlikteliği olarak düşünebiliriz
- Suriye nüfusu bir ulus oluşturacak özelliklere sahip değildir, din, mezhep ve etnik farklılıkları keskindir.
Platon’dan bu yana devlet nedir, unsurları nelerdir tartışmaları yapılagelmiştir. Nihayetinde bir devletten söz edilebilmesi için asgari üç unsurun bir araya gelmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Toprak; bir ulusun egemenlik hakkını ortaya koyduğu sınırları belirlenmiş coğrafya parçasıdır.
Ulus; o toprakta yaşayan ve mevcut egemenliği kabul etmiş insan topluluğudur.
Egemenlik; o toprak parçasında yaşayan ulusu yönetme ya da ulusun yönetilme iradesidir.
Bu üç unsuru halihazırda Birleşmiş Milletlere üye olan 193 devlet için düşünebilirsiniz. Çünkü uluslararası hukukta BM’ye üye olmak devletlerin hukuki statüsünü belirleyen en objektif kriterdir. Filistin bir devlet midir ya da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bir devlet midir sorusunun cevabını da bu şekilde bulabiliriz. Aynı soruyu Suriye için de sorabiliriz.
Suriye bir devlet midir? Toprağı var mı, evet var ama bir kısmı yabancı güçlerin kontrolündedir. Ulus var mıdır, evet var ama birbiriyle savaşıyor ve nüfusunun bir kısmı da topraklarının dışındadır. Egemenlik var mıdır, evet vardır ama ancak ülkenin belli kısımlarında kabul görüyor ve uygulanabiliyor. Evet, hukuki statü olarak Suriye diye bir devlet vardır ve BM tarafından da bağımsız bir devlet olarak kabul edilmektedir. Ancak “de facto” yani fiili durumda bir Suriye devletinin varlığından söz etmek çok zordur.
2011 yılında başlayan iç savaştan beri herkesin ağzında “Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayalım” söylemi var. Ancak bu iyiniyetli söylemden yola çıkarak Suriye’nin içişlerine müdahil olan her ülke hamilik rolüne soyunuyor ve Suriye’nin içişlerine karışıyor.
Suriye aslında tarihini ve coğrafyasının kaderini yaşıyor. Tarihe ve coğrafyaya baktığımızda Suriye’de güçlü bir merkezi devletin kurulması mümkün olmamıştır. Türkiye gelecekteki Suriye ile ilgili dış politika planlarken tarihi ve coğrafyayı göz önüne almalı ve dağılmış bir Suriye üzerinden de alternatif politikalar geliştirmelidir.
Kaleminize sağlık Eşref Bey. Umarım dikkatle okuyunur. Teşekkür ederiz.
Suriye olayına hiç böyle bakmamıştım. İyi oldu bu bilgiler
Dile getirdikleriniz çok doğru ve yerinde. Ah bir de yönetenler ideolojilerin etkisinden arınıp doğruyu yapabilir. Komşuda huzur olmadan mahallede huzur olmayacağını kabullenemiyorlar bir türlü. Sonu olmayan bir macera için gencecik evlatlarımız hayatlarını kaybediyorlar.
Ulusal kanallardaki bir çok otoriteden daha fazla bilgi birikiminiz olduğunu düşünüyorum.Başarılar.
Teşekkür ederiz Eşref bey????
Farklı bir bakış galiba durum oraya gidiyor