HAKLAR VE ÖZGÜRÜKLER
55 yaşındayım. Siyasi bilince sahip olduğum yaştan itibaren Türkiye’de hükümetler “demokrasi paketleri”, “insan hakları eylem planları” açıklayıp duruyorlar. Sağcısı, solcusu yok istisnasız tüm hükümetler yapıyor bunu. İroni olacak ama darbeciler bile böyle paketler, eylem planları açıkladı. Halkımıza çiçek sular gibi damlaya damlaya temel hak ve özgürlükleri verildi, demokrasiden faydalanması sağlandı. Sağolsunlar, ama işin özü böyle değil. Bu yazımda size kısaca işin özünü anlatacağım.“Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.”
“Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.”
“Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.”
“Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz. Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.”
Güzel değil mi? Bu güzel sözler 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden… Anlamlı, idealist ve romantik, kulağa hoş geliyor. Burada bir sorun yok, bunlar hepimizin kabul edeceği kurallar. İşte biz bu ve buna benzer hukuki kuralları “insan hakları” ile “temel hak ve özgürlükler” kavramı içerisinde ele alıyoruz.
Şimdi 806 yıl geriye 1215 yılına gidelim. Bir ülke ve bir kral var, kral canının istediğini tutuklatıyor, idam ettiriyor, hapsediyor, canı istediğinde vergi koyuyor, istediği kişinin malına mülküne parasına el koyuyor, tam ali kıran baş kesen dediğimiz türden. Kralın adı Yurtsuz John, ülke ise İngiltere. Kralın despotluğu ve keyfiyeti öyle bir noktaya geliyor ki bırakın halkı artık soyluların bile dayanacak hali kalmıyor. Soylular kendi aralarında toplanıyor; yeter artık bu John’dan çektiğimiz, kralsa kral, onun krallığı bizim varlığımıza bağlı, biz yoksak o da yok, John’un kulağını bir çekelim diyorlar. Çağırıyorlar kral John’u, oturtuyorlar masaya; bak arkadaş tamam biz senin krallığını kabul ediyoruz ama bu senin bize zulmetmene yetki vermez, biz oturduk 63 tane kural yazdık, ya bu kuralların altını imzalar kabul edersin ya da seni krallıktan alırız diyorlar. John şaşırıyor, kem küm ediyor ama soylular vazgeçmiyor, diretiyor. John kendisini mutlu etmese de bu kuralların yazılı olduğu belgeyi imzalıyor. Ne mi yazıyor belgede? Özeti belgenin 39. maddesinde yer alıyor:
“Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”
Kısaca hikayesini anlattığımız bu kurallar belgesinin adı; Magna Carta, Türkçesi Büyük Şart. Belgenin tarihteki ilk Anayasal belge olduğunu ve temel hak ve özgürlüklerinin kaynağı olduğu kabul edenler var. Magna Carta ile ilk kez hukukun kralın isteklerinden daha üstün olduğu açıkça ilan ediliyor ve özgür kişilere kanun önünde eşitlik, yargılanma ve mülkiyet hakkı bu belgeyle tanınıyor. Kral John’da attığı imzasıyla bu kurallara uyacağına söz veriyor.
İnsan hakları mücadelesi zorlu tarihsel bir süreçtir. Magna Carta’dan itibaren geçen yüzyıllar içerisinde Habeas Corpus, Bill of Rigths, ABD Haklar Bildirgesi, Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi her biri retorik olarak da güçlü, içeriği temel insan hak ve özgürlükleri olan pek çok belgeye rastlıyoruz. Belgelerin hepsi sert mücadeleler, devrimler, savaşlardan alınan derslerden sonra yazılmış. Rahatlıkla mürekkebi insan kanıdır diyebiliriz.
Belgelerin tek bir ortak amacı var; egemene yani devlete karşı güçsüz olanı yani bireyi korumak. Teoride birey güçsüzdür çünkü yasama yetkisi kurumsal olarak devletin bir tasarrufu olduğundan kuralları egemen olan devlet koyar. İşte bahsettiğimiz bu temel belgelerin ve Anayasaların en önemli işlevi kurala uyanı, kuralı koyanın sınırsız gücüne karşı korumaktır. Yine teoride devletin ceberrutlaşabileceği ve sahip olduğu yetkileri vatandaşına karşı kullanabileceği öngörülmüştür. Asırlarca süren mücadeleler sonunda, devletin vatandaşın yaşamına ne kadar müdahale edebileceğinin sınırları Anayasalar ve temel belgelerde çizilmiştir. Temel insan hak ve özgürlüklerine ilişkin alanlar “müdahalesiz” alanlardır.
Rousseau’nun toplum sözleşmesi dediği şey tam da budur. Toplum sözleşmesinin muhatapları vatandaşlar değil, vatandaşlar ve devlettir. Rousseau’ya göre vatandaş devlete der ki; benim sadece insan olmamdan dolayı sahip olduğum; yaşama hakkı, yasalar önünde eşitlik, adil yargılanma hakkı, ifade özgürlüğü gibi bazı haklarım var … Bu haklara doğduğum anda sahip olurum. Ben devlet olarak seni kendi irademin üstünde bir irade olarak tanıyorum, egemenliğini ve koyduğun yasaları kabul ediyorum ama senden de bir isteğim var. Benim bu doğuştan sahip olduğum hak ve özgürlüklere müdahale etmeyeceksin, bırak müdahale etmeyi onu koruyacaksın da, seninle bunun pazarlığını dahi yapmam…
Evet, yıl 2021, Türkiye Cumhuriyetinin eşit ve özgür bir yurttaşı olarak; atalarımın egemenden bedel ödeyerek söke söke aldığı, pazarlığı dahi sözkonusu olmayan ve Anayasa ile teminat altına alınmış hak ve özgürlüklerimin bana yıllardır paketler ve eylem planları ile gıdım gıdım verilmesi bana biraz garip geliyor...
Okunası yazı olmuş. Elinize sağlık. Teşekkürler.
Sanırım üzerinde durulması gereken asıl sorun eksiklik ve kusurlarına rağmen mevcut anayasanın dahi gözardı edilmesi. Bu konuda hassas bir toplum oluşmadığı sürece anayasanın yenilenmesi neye yarar ki? Muhteşem bir yazı olmuş Eşref Bey. Kaleminize sağlık.
Bizim olanı bize paketleyip veriyorlar oh ne güzel iş...
Bana öyle geliyor ki eksikleri ve kusurları da olsa mevcut haklarımızın ve yasalarımızın hayatımıza yansıması hep birilerinin iki dudağınının arasında oluyor. Bu sorunu nasıl çözeceğiz? Muhteşem olmuş Eşref Bey. Kaleminize sağlık.