DEMOKRASİ TERCİH DEĞİL ZORUNLULUKTUR
Hiçbir uygarlık homojen değildir. İnsanlık tarihi uygarlıklar arası ilişkiler ve bu ilişkilerin sonucu ortaya çıkan değişikliklerin tarihidir. Tek uygarlığın Batı uygarlığı olmadığının farkındayım. Zaten kapitalist sistemin doğurduğu sosyal bir sınıfın, yani burjuvazinin, uygarlığına Batı uygarlığı diyerek paradigmayı yanlış tanımlarsak bu tartışma en başından bir yere ulaşmaz. Benzer şekilde Doğu uygarlıklarını da dinsel yapılar içerisine hapsetmek doğru değildir. Bence uygarlık bir yaşayış tarzından ziyade bir değerler sistemini ifade eder.
Biz hangi kaynaktan geldiğine bakmadan insanı (hatta hayvanıyla, nebatıyla, doğasıyla tüm olanları) eşrefi mahlukat gören tüm din, felsefi görüş, ideolojiler tarafından da kabul edilen evrensel değerleri savunmalıyız. Örneğin; kişinin vücut bütünlüğüne yargı kararı olmadan dokunulmaz, yani Habeas Corpus, savunma alınmadan ceza verilmez ya da hırsızlık dünyanın her yerinde gayri ahlaki ve suçtur, düşünce ve ifade özgürlüğü cezaya tabi değildir, ya da insanlar istedikleri din ve inanç sistemini benimseyebilirler. Farklı inanca sahip olmak olmak suç değildir veya ırk ayrımcılığı suçtur, derisinin rengi siyah diye birilerini köle tutamazsınız, cinsiyet ayrımcılığı da temel insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır. Örnekler çoğaltılabilir.
Evrensel değerlerin bir kısmı Batı, bir kısmı Doğu, bir kısmı İslami, bir kısmı da Hint kaynaklı gibi görülebilir, ben temel kaynağının bireysel olduğuna inanıyorum. Bireyin toplumla ilişkisini Rousseau'cu bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde aslında ana faktörün din, toplumsal yaşayış, tarihsel gelenekten öte insanın insan oluşuyla, birey gibi hissetmesiyle birlikte dini, siyasi, hukuki her türlü egemenlik kavramının da sorgulandığını görürüz. Biz buna yabancı değiliz; bu ana fikir "insanı yaşat ki devlet yaşasın" diyen Doğu kültürünün de bir parçasıdır.
Bu tanımlamaları yapmaktaki maksadım hangi temel bakışa sahip olduğumu ifade etmektir. Asıl konumuz demokrasi. Yani oyumla kendimi ifade edebildiğim sistem. Demokrasiyi en basitiyle bir yönetim sistemi olarak tanımlıyoruz. Peki nereden ulaşmış insanoğlu demokrasiye? Yönetme yönetilme ilişkisi iki kişiden başlayan içgüdüsel bir davranış kalıbıdır. Demek ki iki kişi varsa yönetim ve organizasyon olacaktır. Psikolojik yönünü bilemem ama hayat-ı idame için, neslimin bekası için oldukça rasyonel bir ilişki olduğunu söyleyebilirim.
İnsanoğlu bu ilişkiyi fırsatçığıyla hemen kendine yontmuş, yönetici ve egemen iradeyi Tanrısal buyrukların arkasına saklamayı becererek kişilere, ailelere, hanedanlara, ülkelere tek taraflı yontmaya başlamıştır. Yasaları bile menfaatleri için kullanmışlardır. İnsanın fırsatçılığı maalesef her zaman ortaya çıkıyor. Bazen nasılsa soylu bir aileden geliyor, bu irade Tanrı tarafından verildi denilerek kralın akıllı ve zeki olup olmadığı bile sorgulanmamıştır.
Önemli olan kişinin en yalın haliyle kendisinin "kul" olup olmayacağına karar vermesidir. Din de bu anlamda bireysel vicdani inanıştan çıkıp; egemenlik aygıtının (biz ona devlet diyoruz) bireyleri kullaştırma için kullandığı bir araç olacaksa, özgür düşünce tarafından her zaman sorgulanacaktır. Söylediğim husus Batılı bakış açısı değil vicdani bir başkaldırıştır. Hallacı Mansur, Mevlana, Hacıbektaş Veli, Hayyam gibileri dini yorumda, Köroğlu, Şeyh Bedrettin, Celaliler ise siyaset alanında bu geleneğin Doğulu temsilcileridir.
Neticede kimden ve nereden geldiği önemli değil; zorbalıkla özgür düşünce mücadelesi hep olmuştur, olacaktır da. Atalarımızın erdemli ve özgürlüğüne düşkün olanları kulluğa karşı durmuş ve gökyüzünden geldiği iddia edilen Tanrısal iradeyi elleriyle çekip yeryüzüne indirme mücadelesini başlatmıştır. Biz buna kısaca demokrasi mücadelesi diyoruz. Çerçeveyi büyütelim. İnsanlık; Sümeri, Asuru, Babili, Antik siteleri, eski Mısırı, Hindi, Romayı, İslamı, Çini, Güney Amerika yerlilerini, kralları, sultanları, hanları, papaları, şahları, filozofları, peygamberleri, kiliseleri, mezhepleri, tarikatı, kapitalizmi, sosyalizmi, sekülerizmi, Protestanlığı, Fransız ihtilalini, Ekim devrimini, cumhuriyetçileri, keşifleri, din savaşlarını, iç savaşları, dünya savaşlarını, uzay yolculuklarını gördü, yaşadı. Bu çileli yolculukta önce 1215 yılında Kralı yani egemeni Magna Carta ile yargılamadan asmayacaksın, kanunsuz vergi koymayacaksın, kendi yazdığın kurala önce sen uyacaksın şartlarıyla pazarlık masasına taşıdı. Nihayetinde demokrasi Rousseau’nun toplumsal sözleşmesinde dile getirilen çerçevede, Montesquieu’nün güçler ayrılığı ilkesi temelinde, Anayasacılık anlayışıyla, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki devlet yapısı içerisinde kurumsallaşmaya başladı.
Demokrasinin bir Batı uygarlığı kavramı olduğunu söylemek benim düşünce yapıma uymuyor. Demokrasi bir birikimdir. Mükemmel değildir ama eksiğiyle gediğiyle şu anda ulaşılanların en iyisidir. Daha iyisi sanırım kararların yapay zeka yoluyla sıfır hatalı verildiği bir düzen olacaktır. O zaman da etik anlamda insani olup olmadığını tartışacağız. Nitekim Eflatun demokrasiye eleştirisini getirirken de yöneticilerin yetersiz olabileceği kaygısını taşıyordu.
Başlangıçta karnım doysun, güvenliğim sağlansın, gelişimime imkan verilsin diye aileme boyun eğdim, annemle, babamla, kardeşlerimle uzlaştım. Zımni bir sözleşme yaparak kişiliğime saygı koşuluyla onlarla birlikte yaşamaya karar verdim. Aslında hiç de munis değilim, özgürlüğüme çok düşkünüm. Kimi zaman başkaldıran bir eşkiya, kimi zaman devrimci ordularda bir nefer, kimi zaman da usta bir filozof oldum. Krallara, tiranlara, firavunlara, sezarlara karşı durdum. Darağaçlarında, zindanlarda, savaş meydanlarında kanımla, canımla, terimle, emeğimle özgürlüğümü devşirdim. En kötü şura, meclis, kurultay ortak aklı ortaya çıkarmak için iyi birer vasıtadır. Ben kişi olarak doğuştan sahip olduğum özgürlüğümden feragat ederek toplumla bir sözleşme yapmaya masaya oturmuşsam karşımda o toplumun egemen iradesini ifade eden erdemi de görmek isterim. Temsili dediğimiz sistem bütünün bir parçasıdır. Ancak temsilciler istediğim gibi olmayabilir, o zaman teminat (Anayasa) isterim dedim ve asgari müşterekte uzlaştım. Elde ettiğimi korumak için de seçimlerde o biricik, çok kıymetli oyumla, erdemli kişilere vekaletname verdim. İşte benim tek oyumun kıymeti budur, insan kadar değerli, insanlık tarihi kadar eskidir.
Demokrasi bir ideoloji değildir. İnsan gelişimine imkan veren, insanca yaşamaya ortam sağlayan bir yönetim sistemidir. Aşık olunası bir uygarlık değeridir. İnsanidir. Bir tercih değil zorunluluktur. Kimse bana öğretmedi, bana bu hikayeyi kitabının bir sayfasını cebinde yakalatan ihtilalcinin giyotine gönderildiği Rousseau’dan öğrendim. Uygar ve bilge atalarımdan miras aldım.
Yönetecekleri patates-beka ikilemi de gören, özgür bir birey olmanın değerini ve önemini kavrayamayan insancıkların olduğunu görmek üzücü. Demokrasinin kimin icadı olduğu değil de neden önemli olduğu önemli. Telefon da Batı'nın icadı. Vazgeçebiliyormuz?
Demokrasi batı icadıdır diye bilinir
felsefi derinliği olan bir analiz, güzel bir yazı, gündemden uzak