DIŞ POLİTİKADA ETKİ VE İLGİ ALANLARI
Cumhuriyet döneminde dış politikanın öne çıktığı zamanlar olmuştur. Lozan görüşmelerinin yapıldığı yıllar, Hatay sorunun yaşandığı 1930’lu yılların sonu, Boğazlar meselesi dönemi, İkinci Dünya Savaşının hemen öncesi ve sonrasındaki dönem, Kore Harbi ve devamında ABD ile siyasi, ekonomik ve askeri işbirliğinin yaşandığı 1950’li yıllar, 1960 ve 70’li yıllarda Kıbrıs sorunun yoğun hissedildiği dönemler…
Türkiye bu dönemlerin hepsinden gerek askeri gerekse diplomatik yeteneklerini kullanarak hasar almadan çıkmayı başarmıştır. Türk dış politikası, Batı ekseninde yer alan bir ülke olarak, özellikle çevre ülkelerin sorunlarında “taraf olmadığı” bir eksende şekillenmiştir. Aynı dönemlerde komşularımızda ise pek çok gelişmeler ve köklü değişiklikler yaşanmıştır. Yunanistan’da darbe ve AB’ye giriş süreçleri yaşanmış, İran’da rejim değişmiş, İran ile Irak arasında 10 yıl süren bir savaş yaşanmış, büyük komşumuz SSCB dağılmış bu dağılmadan sonra Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan yeni komşularımız olmuş, Bulgaristan doğu blokundan ayrılmış AB’ye girmiş, Irak ABD işgaline uğramıştır. Türkiye bu çalkantılı coğrafyada demokratik olmayan yönetim değişikliklerinin yaşandığı darbe dönemlerinde dahi dış politikasında belirgin bir yön değişikliğine gitmemiştir. Elbette bunun adı istikrardır ve Türkiye bunun mükâfatını uluslararası örgütlerde kendisine yer bularak almıştır. NATO üyeliği, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi üyeliği, AB aday ülke statüsü, BM Güvenlik Konseyinde iki kez üye olarak yer alması bu dönemlerdeki istikrarlı dış politikanın sonuçlarıdır.
Türkiye 2010 yılından itibaren dış politikada anlayış değişikliğine gitmiştir. Dönem içerisinde Başbakanlık danışmanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu’nun ortaya koyduğu yeni bir bakışla komşularla sıfır sorun, bölgesinde lider ülke hatta Neo Osmanlı gibi söylemler gündeme getirilmiş ve özellikle güney komşularımızın da içinde bulunduğu Arap ülkeleriyle yeni bir ilişki modeline geçilmiştir. Ne rastlantıdır ki o dönemin hemen akabinde Arap Baharı adını verdiğimiz Arap ülkelerinin siyasi rejimlerinin değiştirilmesine yönelik hareketler de peşpeşe başlamıştır. Bu ilişkiyi ortaya koyduğumuzda da ister istemez Türkiye’nin bahsettiğimiz dış politika değişikliğinde Arap ülkelerinde kendisine muhalif rejimleri tek tek tasfiye etmeyi planlayan ABD ve Batılı ülkelerin parmak izlerini arıyoruz. Türkiye bu yeni dış politika açılımında özellikle Arap ülkelerinde muhalif konumda bulunan İhvan adı verilen siyasal İslam düşüncesine yakın gruplarla temasa geçmiştir. Bu şekilde “taraf olma” durumu ortaya çıkmıştır. Hatta Suriye’de yaşanan iç savaşta muhaliflere verilen destek askeri boyutta ortaya çıkmış, devamında Somali, Katar, Libya’da TSK birlikleri görevlendirilmiştir.
Dış politikada kuvvet kullanımı yani askeri çözümler en son kullanılan yöntemlerdir. Diplomasi sorunları kuvvet kullanmadan çözme sanatıdır. Kontrol edemeyeceğimiz çok değişkeni olan ve risk barındıran bir coğrafyada yaşadığımızın farkındayız. Coğrafyamız barışın egemen olduğu Pax Romana ve Pax Ottoman dönemleri dışında sürekli kriz, sorun ve savaş üretmiştir. Askeri çözümleri bir kıvılcım gibi düşünürsek, her nerede bu çözümleri devreye sokuyorsak yakın coğrafyamızda bir anda söndüremeyeceğimiz büyüklükte bir yangınla karşı karşıya kalmamız ihtimalini de düşünmeliyiz. Güncelde; İdlib’te gözlem noktalarımızın durumu risk yaratmaktadır, yine Libya’ya gönderdiğimiz askeri kuvvetler için de benzer bir risk sözkonusudur. Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama alanlarında gezdirdiğimiz gemilerin başına her an provokatif bir olay gelebilir.
Peki askerlerimizi, savaş gemilerimizi göndermeyelim mi, ülkemizin menfaatlerini gerekirse askeri gücümüzü kullanarak çözmeyelim mi diye sorabilirsiniz. Etki alanımız için bu sorunun cevabı evettir. Cevabımın kapsamını değerli dostum Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Doç.Dr.Poyraz Gürson’un söyleşilerinde sıklıkla dile getirdiği etki ve ilgi alanı kavramlarıyla açıklamaya çalışacağım. Söz sırası gelmişken ilgi duyanlar için hocanın Suriye ve yeni yayımlanan İran ile ilgili kitaplarını öneririm. Hoca Suriye’de neler yaşanacağını yıllar önce görmüş ve uyarmış, İran için de aynı hataya düşmeyelim diyor. Konumuza dönecek olursak; etki alanı ile kastettiğim; yaşanacak her olayın anavatanı etkileyeceği coğrafyadır. Soydaşlarımızın yaşadığı Kıbrıs’tır, egemenlik haklarımızın olduğu Ege’dir, doğrudan ülke içerisine tehdit oluşturan Afrin, El Bab, Resulayn, Sincar, Kandil hattıdır. Türkiye bu bölgelerde elbette gerektiği zaman askeri gücünü kullanacaktır ve kullanmak hakkıdır. Ancak ilgi alanımız için mutlaka önleyici diplomasi yürütülmelidir. İlgi alanı ile kastettiğim ise Balkanlar, Kafkasya, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’yu içine alan daha geniş bir coğrafyadır. Yaşanacak gelişmelerin başlangıçta dolaylı zaman içerisinde doğrudan ülkemizi etkileyeceği bölgelerdir.
Türkiye dış politikasında bir an önce anavatan, etki alanı ve ilgi alanı tanımlamalarını yapmalı, özellikle etki alanında kırmızı çizgilerini çok net belirlemeli ve tüm dünyaya duyurmalıdır. Kıbrıs Türk toplumunun güvenliği, Ege ve Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarımız, güney sınırlarımızda kurulacak uydu bir devlet kırmızı çizgilerimiz olarak değerlendirilmelidir ama mesela etki alanımız dışında ilgi alanımızda yer alan Kudüs kırmızı çizgimiz olmamalıdır.
İlgi alanımızda ise sorun önleyici politikalar önererek; sorun değil çözüm yaratmak için müdahil olduğumuzu, uzlaştırıcı ve arabulucu olarak masada yer alacağımızı tüm uzak ve yakın komşularımızın bilmesini sağlamalıyız. Mülteci sorunları, bölgesel tansiyonun düşürülmesi, bölgesel işbirlikleri, petrol ve doğalgaz hatlarının güvenliği gibi konular da ilgi alanımızı şekillendirmelidir. Uluslararası örgütlerde de aktif bir şekilde yer alarak konumumuzu güçlendirmeliyiz. Taraf olmaktan ısrarla kaçınmalıyız. Dış politikada yapılacak en büyük hata Türk-Arap, Türk-Acem düşmanlığı gibi halklar arasında yıllarca sürecek düşmanlıklar yaratacak hamlelere kalkışmaktır. Bölgemizde lider ülke olmak istiyorsak, sıfır sorun istiyorsak bunun yolu sorunların değil çözümlerin bir parçası olmaktır.
Realiteyi görüp realist olmak ve bunun gerektirdiği politikaları uygulamak varken ideolojik saplantıların etkisinde kalmış bir dış politika anlayışının ülkeye neler kaybettiren öleceğini uygulamalı olarak görüyoruz maalesef. Endişem bölgemizdeki bu acımasız yarışta çok geride kaldığımızdır. Hatalardan vaz geçilmesi halinde bile ödenecek çok bdel var maalesef. Teşekkür ederiz. Daha sık yazın Eşref Bey. İyi günler.
Realiteyi görüp realist olmak ve bunun gerektirdiği politikaları uygulamak varken ideolojik saplantıların etkisinde kalmış bir dış politika anlayışının ülkeye neler kaybettiren öleceğini uygulamalı olarak görüyoruz maalesef. Endişem bölgemizdeki bu acımasız yarışta çok geride kaldığımızdır. Hatalardan vaz geçilmesi halinde bile ödenecek çok bdel var maalesef. Teşekkür ederiz. Daha sık yazın Eşref Bey. İyi günler.
Yeni yazınızı merakla bekliyorduk Eşref Bey.Lütfen uzun aralar vermeyin. Ülkemizin konumu nedeniyle dış politikada güçlü olmak çok önemli bir faktör ki son yıllarda ya dış politikamız ehil ellerde olmadığından ya da ülke menfaatleri gözardı edildiğinden bizi zora düşüren hamleler yapılmaktadır.Bir taraf olmamak bertaraf olmayı gerektirmez. Asıl başarı; piyonlardan biri olmadan dış politikada söz sahibi olabilmektir. Atatürk bunu "Yurtta sulh, cihanda sulh" diyerek çok güzel ifade etmiştir. Sn.Poyraz Gürson hocamızın kitapları da bu konuda güzel analizler içermekte ve alınıp okunmalıdır.
orta asyadaki türk devletlerinden bahsetmemişsin ????
Yine güzel bir analiz olmuş, kaleminize sağlık, madem önerdiniz, Poyraz Gürson'u keyifle okuyacağım