CORONA’DAN SADECE EL YIKAYARAK MI KORUNACAĞIZ?
Hepimiz ilkokuldan itibaren tarih dersi okuyoruz. Selçukluyu, Osmanlıyı, Cumhuriyeti, Alparslan’ı, Balkanların fethini, Mohaç’ı, Çanakkale’yi, Dumlupınar’ı öğreniyoruz. Gördüklerimiz hep kazanılan savaşlar, büyük komutanlar, fethedilen ülkeler. Ancak işin bir de diğer yüzü var, insanlığın tarihi sadece savaşların tarihi değil ki. Depremlerin tarihi var, büyük kıtlıkların tarihi var, salgın hastalıkların tarihi var ama bize bunlar öğretilmediği için özel olarak merak edip araştırmazsak tarihin bu yanını bilmiyoruz. Tarihin diğer yüzünü bilmediğimizde de toplumsal bir bilinç kaybına uğruyoruz.
Halbuki insanlık tarihi bir döngüdür. 300-400 yılda bir tekrarlanan mega depremler, 1000 yıl aralıklı kıtlıklar, 100 yılda bir karşılaştığımız salgın hastalıklar tarihin birer dönüm noktası olmuştur. Dünyayı kontrol ettiğini sanan insanoğlu bu afetler karşısında aciz kalmış, acizliğini görmüş ve son çareyi Tanrı’da görerek, af dilemiş, bu musibetlerden kurtulmak için ellerini açıp Tanrı’ya dua etmiştir. Araştırmacılar kutsal kitaplarda anlatılan Nuh Tufanının aslında dünyanın iklim dengesinin bozulmasından dolayı ortaya çıkan devasa bir sel felaketi olduğu konusunda görüş birliğindedir. Yine dağların yıkılması, yerin yarılması gibi metaforlarla anlatılan doğa olayları dev heyelanlar ve coğrafyanın değiştiği şiddetli depremlerdir. Bu anlamda kutsal kitaplar, yazıtlar, destanlar gibi taşıyıcılar insanlık tarihinin sonraki nesillere aktarılmasında birer kaynak niteliğindedir. Bu geçmişin içerisinde salgın hastalıkların kayıtlarına sıklıkla rastlıyoruz.
Konumuz Covid-19 diye adlandırılan corona virüsü. Covid-19’un açılımı “corona virüs disease-2019” yani “2019 yılında tespit edilen corona virüsü hastalığı”dır. İşin tıbbi yönüne girmeyeceğim çünkü anlamam. Uzmanlar televizyonlarda sabah, akşam anlatıp duruyorlar zaten. Aslında 21. yüzyılda virüslere alışığız. MERS, SARS, Ebola, Influenza gibi tıbbi tanımlar bu yüzyılda kelime dağarcığımızda yerini aldı. Şu anda Corona isimli bir yenisi ile karşı karşıyayız. Coronayı diğer virüslerden ayıran en önemli özelliği çok hızlı bir şekilde yayılabilmesidir. Nitekim Ocak ayından itibaren Çin’den başlayarak tüm dünyayı adeta ele geçirmiştir. Hızlı yayılması kontrol edilebilme imkanını da kısıtlamaktadır.
Corona virüsünün yol açtığı öldürücü salgınla sadece el yıkayarak, kolonya dökerek ya da sokağa çıkmayarak mı mücadele edeceğiz? Hayır, mücadele aslında yıllarca öncesinden başlamaktadır. Şöyle ki; virüslerin kendileri doğrudan hastalıklar değildir. Virüsler insanın bağışıklık sistemini etkileyen organizmalardır. Yani esas olan kişisel sağlıktır. Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi mümkündür. Düzenli beslenme ve uyku, günlük spor, stresten uzak bir yaşam, periyodik tıbbi kontroller sağlıklı insan yaşamının vazgeçilmez öğeleridir. Bağışıklık sistemi güçlendirilmiş birisi için virüsün yaratacağı azami etki mevsimsel bir grip hastalığına denk gelirken, bağışıklık sistemi zayıf olan için öldürücü etki yaratabilmektedir.
Virüslerin yaratacağı salgınların etkisini zayıflatmak için inisiyatifi kişilere mi bırakmak yeterli midir? Elbette hayır. Ülkelerin sağlık politikaları vardır. Kamu sağlığı, toplum sağlığı, halk sağlığı farklı tanımlamalarla adlandırılan önleyici sağlık politikaları ülkelerin sağlık politikalarının tabanını teşkil eder. Konutlardaki tuvaletten, kanalizasyon ve atık su sistemlerine, çöp depolama alanlarından, aşılamalara, ilk kademe sağlık kuruluşlarından, okullarda verilen sağlık eğitimlerine, ihtiyaç duyulan sağlık personelinin yetiştirilmesinden, çocuk, kadın, gebe, yaşlı izlemlerine, salgın hastalıkların tespiti ve raporlamasına kadar pek çok altbaşlığı olan halk sağlığı politikaları ülkelerin sağlık politikalarının başarıya ulaşmasının vazgeçilmez unsurlarıdır. Çünkü temel sağlık politikalarında yaşanacak olumsuzluklar ve sapmalar diğer üst basamak sağlık hizmetlerinde yığılmalara, dolayısıyla ekipman ve personel eksikliğine sebep olacaktır. Salgınlarla mücadele ise ancak kişisel özverilerle ve aşırı maliyetlerle gerçekleştirilebilecektir.
Anayasamızın 2. Maddesinde yer alan sosyal devlet ilkesi yukarıda bahsettiğimiz temel sağlık hizmetlerinin vatandaşlara ücretsiz olarak verilmesini emretmektedir. 1971 yılında çıkarılan 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanunun gayesi 1. Maddede “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun bir şekilde ifasını sağlamak maksadıyla tababet ve tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program dâhilinde sosyalleştirilecektir.” şeklinde ifade edilmiştir. Ancak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine atıf verecek kadar evrensel değerlerle bezenmiş bu Kanun maalesef çeşitli mali ve siyasi sebeplerle gereği gibi uygulanamamıştır. Geldiğimiz nokta günde 60-70 hasta muayene eden Aile Hekimleridir.
Özetleyecek olursak;
- Eğitim sistemlerimizde hamasetten çok ülke gerçeklerine yönelik, evrensel değerlere sahip, bilinçlendirici eğitim programları uygulanmalıdır.
- Devlet, kişisel sağlık uygulamalarının benimsenmesine ve yaygınlaştırılmasına yönelik teşvik edici bir role sahip olmalıdır. Sağlıklı birey sağlıklı toplum demektir.
- Halk sağlığı uygulamaları, geçmişte karşılaştığımız ve bugün olduğu gibi gelecekte de mutlaka karşılaşacağımız salgın hastalıklara karşı en etkin ve en az maliyetli önleme yöntemleridir.
- Temel sağlık hizmetleri ve halk sağlığı uygulamaları devletin sorumluluğudur, ücretsizdir ve özelleştirilemez.
Çok güzel bir yazı. Tebrik ederim. Twitter şifremi unutmuştum. Hesabıma daha yeni girebildiğimden şimdi gördüm. Hemen paylaşıyorum.
Aklına ve emeğine sağlık.
Devletin görevlerini hatırlatıcı bir yazı teşekkürler
Eşref Bey, teşekkür ederiz..aydınlatıcı bir yazı olmuş..
Kardeşim çok güzel bir yazı olmuş, tebrikler ????????????
tebrik ederim eşref bey. çok güzel konulara değinmişsiniz
Avrupa ülkeleri bizden kötü durumda onlarda da halk sağlığı yok mu diyeceğiz? Yine de güzel bir yazı salgından sonra belki de ilk ele alınması gereken konular. Deprem tedbirlerini de unutmayalım arada ????