ÇALIKUŞLARI
45-50 yıl öncesine gidiyorum. 70’li yıllar. Dünyada soğuk savaş zamanı. Ülkemizde ekonomik ve siyasi krizler yaşanıyor, yokluk var. Elbette bu nisbi bir yokluk. Henüz küreselleşme, yığınsal üretim başlamamış, dünyada mal ve hizmet dolaşımı, paylaşımı çok sınırlı. Türkiye’de payına düşeni alıyor bu küresel yoksunluklardan.
O yılların bir dağ köyü düşünün şimdi. Elektrik yok, su ve kanalizasyon yok. Isınma odunla, çalı çırpıyla hatta tezekle sağlanıyor. Su evlere pınardan (göze) kaplarla taşınıyor. Köyü dünyanın diğer yerlerine bağlayacak yol da yok. Ama olmayan yoldan ilçe merkezine merkezine haftada 1-2 kez gidip gelebilen ağır aksak işleyen bir otobüs var. Toplasan köyde 150-200 kişi anca yaşıyor. O köyde devlet var mı peki? İlginçtir ama öğretmeni, imamı ve ebesiyle devlet orada.
Gencecik, henüz 17-18 yaşında yeni mezun bir ebe/hemşire genç kızımız, köyün okulla birlikte betonarme iki binasından biri olan küçük sağlık evinin (ocak) lojmanında annesiyle, babasıyla, ve kardeşiyle birlikte yaşıyor, köye sağlık hizmeti sunuyor. Sadece o köye de değil çevre köylere de götürüyor sağlık hizmetini. Neler yapmıyor ki? Pansumanından, aşısına, dikişinden, taramasına, bitle mücadeleden, doğuma kadar köylülere her türlü sağlık hizmetini sağlıyor. Mesai yok, gece, gündüz farkı yok, tatil yok. Yaptıklarını tek tek yazıyor; ayda, kışın bazen 2-3 ayda bir kez ilçeye gidiyor devlet hekimine raporlarını veriyor, malzeme alıyor. Çok da titiz, köylülere suyu kaynatarak içmelerini öğretiyor, el yıkamayı gösteriyor. Tertipli ve düzenli, onu gören köylüler de tertipli düzenli olmayı öğreniyor. Devlet; kuş uçmaz kervan geçmez köyündeki saygınlığını bu genç kızımızla sağlıyor. Kendisini o yıllarda o köyde görmüş, yakından tanımış olmaktan dolayı çok mutluyum.
Hayat durmuyor. Kızımız yakın bir köydeki uzun boylu, yakışıklı öğretmenle evleniyor. Yıllar yılları kovalıyor, dört çocuk sahibi oluyorlar. Kendilerinin çektiği sıkıntıları çekmesin diye çocuklarının eğitimine önem veriyorlar. Anne, babanın tek amacı; çocuklarının okuması, bu yolla toplumda statü ve meslek sahibi, saygın bireyler olmaları. Çocuklar ilk, orta, lise derken peşpeşe üniversiteyi kazanıyorlar. Yıllar çabuk geçiyor. Sıkıntılar çekiliyor ama hepsi mezun oluyorlar. Çocukların ortak bir özelliği var; hepsinin mesleği aynı. Hepsi tıp fakültesi mezunu ve doktor. Halen Sivas’ta, Antep’te, Maraş’ta, Manisa’da; Türkiye’nin dört bir köşesinde görev yapıyorlar. Nörolog, psikiyatr, aile hekimi olarak çalışıyorlar. Yakın zamanda çocuklardan birisi de profesör oluyor. Elektriği, suyu, yolu olmayan köylerin öğretmen ve ebelerinin çocukları artık tıp fakültelerinde bu ülkenin çocuklarına hocalık yapıyor, insan ve toplum sağlığına hizmetin bir ibadet değerinde olduğunu anladığımız bugünlerde gençlerimize tıp bilimini öğretiyor.
Yukarıda anlattığım ana, baba ile çocukların hikayesinden oluşan bir kuşaklık geçişte; o genç kızı eğitip, o köyde görevlendiren “Cumhuriyet”i görüyorum, Çalıkuşu Feride'nin Zeyniler köyündeki idealizmini, azmin, emeğin ve fedakarlığın karşılığını görüyorum ama herşeyden de önemlisi o günlerin fırsat eşitliğini ve sosyal devletini görüyorum.
Yazımın başında o genç kızı, o günlerde, o köyde tanımaktan mutlu oldum demiştim şimdi ise o genç kızla gurur duyuyorum. Çünkü; anlattığım dağ köyüne “devlet benim” diyerek sağlık hizmeti götüren ve şimdi dört doktorun annesi olan o genç kız benim teyzem...
Yazımın sonunda kısaca Çalıkuşu idealizmi ve etkisinden de bahsedeceğim. Mustafa Kemal Paşa, Çalıkuşu’nu Büyük Taaruz öncesi Akşehir’deki evinde dinlenirken okumuş ve ertesi gün arkadaşlarına “Gece Reşat Nuri Bey’in Çalıkuşu romanını okumaya başladım. Çok beğendim. İhmal edilmiş Anadolu’yu ve genç bir hanım öğretmenin yaşadığı zorlukları ne güzel anlatmış. Sizler de okuyun.” demiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Reşat Nuri’nin yansıttığı Anadolu gözlemlerinden oldukça etkilenmiş ve o günden sonra da sıklıkla bu romanı okumuş ve başucu kitabı yapmıştır. Bilemiyorum belki de Çalıkuşu Feride’nin hikayesi Atatürk devrimlerinin ilham kaynağı olmuştur.
Bu vesileyle; kitap okumak için bolca zamanımızın olduğu salgın günlerinde, Cumhuriyetin kazanımlarını içselleştirmek için Reşat Nuri Güntekin’in unutulmaz eseri Çalıkuşu’nu birkez daha okumaya ne dersiniz?
Harika bir yazı ve anlatım... Konu için söylenecek söz yok zaten... Tebrikler.
yüreğine sağlık abim.
Tebrikler kardes .
Okurken çok duygulandım sevgili Eşref kardeşim. Eline , emeğine , yüreğine ve kalemine sağlık kardeşim. Hemen paylaşıyorum Facebook sayfamda. Selam ve sevgilerimle . Kardeşin Sedat Özdemir
Yeniden okudum Çalıkuşu'nu sayenizde
Harika bir yazı sevgili devre arkadaşım Bana yıllarca Andolu’nun güzel ama çileli köylerinde öğretmenlik yapan babamı hatırlattı Emeklerine çabalarına sağlık bu eli öpülesi fedakar vefakar büyüklerimizin Hakları ödenmez Selamlar
Sizin teyzeniz olan saygıdeğer hanımefendi muhtemelen köy enstitüsü veya ideali aynı olan bir okulda yetişti ve tüm cumhuriyet değerlerini içselleştirdi. Şimdi bir de günümüzün eğitim sistemini bir düşünün, yılda kaç bin mezun veren ve bu mezunlarından gelecekte çocuklarımızı yetiştirecek ve aydınlatacak olan kadınlarımıza hiç bir değer vermeyen, onları evde oturtan ve erkek işine karıştırmayan zihniyet ile kurulan ve gittikçe çoğalanları
Ben de sizlere bu vesileyle Mehmet Saydur’un “Göl 1938 Bir Eğitmen Kursunun Kuruluş Destanı “ adlı kitabı öneriyorum. Kesinlikle okunması , okutulması gereken bir kitap diye düşünüyorum. Öğretmen Dünyası yayınlarından çıkmış.
Babam da köy enstitüsü mezunu bir öğretmendi. Yıllarca o dediğiniz köylerde görev yaptı. Dört çocuğun dördü de güzel okullarda okuyup ülkemize olan borçlarını ödediler/ödüyorlar.
Okuyunca hüzünlendim. Ve şunu düşündüm: Kaybetmiş ve unutmuş olduğumuz şeyler o kadar anlamlı ve değerli imiş ki. O yokluk günlerinde en ücra köye kadar gitme arzusunda olan bir devlet ve bugün bağış toplamak için SMS ler ile vatandaşlarına ulaşan bir devlet. Yazın Eşref Bey. Yazın ki insanlar neler kaybettiklerini anlasınlar. Kaleminize Sağlık.