GERÇEK GÜNDEM
Kampanya ve fiili seçim dönemiyle birlikte neredeyse yılın başından beri yoğun bir politik ortam içerisindeyiz. 1 Nisan günü biter dediğimiz bu ortam itirazlar, yeniden sayımlar gibi sebeplerle kesintiye uğramadan devam ediyor. Ülkenin çözüm bekleyen çok önemli sorunları olduğunu söylemiş ve bir an önce seçim ortamından çıkmamız gerektiğini ifade etmiştim. Maalesef bu isteğim henüz gerçekleşmedi.
Medyaya göz gezdirdiğimizde gerek televizyon kanallarında gerek gazetelerdeki köşelerde gerekse sosyal medyada seçim sonu değerlendirmelerinin yapıldığını görüyoruz. Herkes seçim sonuçlarının söylediklerini analiz ederek yorumlarda ve öngörülerde bulunuyor. Biz bu yazıda seçim ortamında gözden kaybolan gerçek gündemi ekonomi ve dış politika başlıklarında ele alacağız.
Ekonomi
Türkiye belki de Cumhuriyet döneminin en önemli ekonomik krizlerinden bir tanesiyle karşı karşıyadır. Temel ekonomik verilerin tamamı olumsuzdur. Enflasyon, işsizlik, büyüme, faizler, cari açık, döviz kurları… Göstergelerin hepsi aynı anda negatif görünümlüdür. Bu durum yaşadığımız 1993, 2002 ve 2009 ekonomik krizlerinden farklı görünüm sergilemektedir. Tüm göstergelerdeki olumsuzluk korkutucudur.
Tanımını yapamadığımız bir krizle baş etmenin yolunu da bulmak zordur. Doğal kaynakların sınırlı olduğu bir ülkede alınan dış borçların üretime yöneltilmesi gerekirken maalesef tüketim ekonomisi modeli hakim olmuştur. Ürettiklerimizi ve aldığımız borçları “müsrif” bir anlayışla ithal tüketim mallarına harcadığımız bir gerçektir. Bunu “cep telefonu” ya da “her evde iki araba” müsrifliği ile sembolize edebiliriz. Yol, köprü, bina yapımı elbette önemlidir ve biz bunları altyapı olarak tanımlayabiliriz ancak yatırımların tamamı özellikle büyük şehirlerde plaza ve alışveriş merkezleri yatırımına dönünce yapılan yatırımlar geri kazanımı olan akıllı yatırımlar olmuyor.
Neticeten tüm ekonomik göstergeler kriz alarmı veriyor. Göstergeleri geçelim, çarşı pazardaki pahalılık krizi vatandaşa iyice hissettirmeye başladı. Elindeki birikiminin her geçen gün erimesi, gelirlerinde artış olmadığı gibi giderlerinin sürekli artması ve en kötüsü de işsizlik bu krizin vatandaşa yansımalarıdır.
Peki ne yapılabilir? Herkesin ortak görüşü vakit geçirmeden bir an önce yapısal tedbirlerin alınmasıdır. Şimdiye kadar iki paket açıklanmıştır ancak bunlar daha ziyade seçime yönelik olarak algılanmıştır ve başarılı da olmamıştır. Seçim öncesi hükümetten yapısal reform beklemek de zaten çok gerçekçi değildi. Hafta içinde çok daha geniş yapısal tedbirler içeren bir paket daha açıklanacağı konuşuluyor. Ancak ekonomiyi ve ekonomik ortamı sadece teşvik paketleri, faiz oranları ayarlama, swap hareketleri olarak görmek yanılgıdır. Yapısal tedbirler ile kastettiğim; ortamın liberalizasyonu ve ekonomik faaliyetler ile yatırımlar için olgunlaştırılmasıdır. Ekonomik refah ile demokrasi birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısıdır. Krizi aşmak için hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, erkler (güçler) ayrılığı gibi ilkelerin hayata geçirilmesinin yanında kamu hesaplarının şeffaflığı, üretici bazlı teşvikler ve devamında sektörel (tarım, hayvancılık, yazılım, ilaç) reformlar gibi konular süratle hayata geçirilmelidir.
Dış Politika
Dış politikayla ilgili sorunlar ise iki başlıkta karşımıza çıkıyor. İlki ABD ile ilişkiler diğeri ise Suriye iç savaşının bölgede yarattığı sorunlar. Aslında birbirine kaynaklık ediyor gibi görünen bu iki sorunun esasını son dönemde Türk dış politikasında yaşanan eksen kayması oluşturmaktadır. Türkiye Suriye iç savaşının başlangıcında bölgesel politikalarda ABD ile birlikte hareket etmiştir. Ancak Suriye’nin dağılmasıyla ortaya çıkacak durumu öngörememek Türkiye’ye çok pahalıya mal olmuştur.
Suriye’nin kuzeyinde ABD himayesinde oluşturulan Kürt bölgesinin Türkiye’nin hassasiyetleri gözönüne alınmadan Kuzey Irak’a benzer özerk bir yapıya çevrilmesi çabası Türkiye ve ABD’ni bölgede karşı karşıya getirmiştir. Türkiye Suriye kuzeyinde özerk ya da otonom bir Kürt bölgesine tehdit olarak gördüğünü açıkça ifade etmektedir.
Türkiye bölgede etkili olabilmek için dış politikasını yeniden gözden geçirmiş, Rusya ve İran ile yakınlaşmaya başlamıştır. Devamında Suriye’nin kuzeybatısında yaptığı iki harekat ile kuzey Suriye’de böyle bir oluşumu kabul etmeyeceğini gerekirse askeri güç kullanacağını açıkça göstermiştir. Fırat batısını kontrol alanı olarak düşünen Türkiye için Münbiç civarı olası yeni bir harekat bölgesidir. Peki Münbiç bölgesine yapılacak bir harekat tehdidi savuşturmak için yeterli midir? Kesinlikle hayır. Fırat’ın doğusunda Rojova olarak adlandırılan bölgede ABD tarafından donatılan, eğitilen ve PKK ile organik bağı bulunduğu bilinen 30-40 bin kişilik bir silahlı gücün bulunması Türkiye açısından stratejik bir tehdit unsuru olarak değerlendirilmektedir.
Dış politika güç dengesini sağlama sanatıdır. ABD tarafından desteklenen oluşuma karşı Rusya ile yaşanan yakınlaşma sadece Suriye ile sınırlı kalmamış, enerji, savunma sanayi, turizm ve ekonomik alanlara da yayılmıştır. Bu kez de başta ABD olmak üzere Batı bloku Türkiye’nin NATO kapsamında Batı ile olan ilişkilerini sorgulamaya başlamıştır. Türkiye 1950’li yılların başında biraz Sovyetler Birliği’nden gelen tehditlere karşı biraz da ideolojik sebeplerle stratejik bir tercih yaparak Batı bloğunun yanında yeralma kararını vermişti. NATO üyeliği ve AB’ne üye olma çabaları hep bu tercihle ilişkili süreçlerdi. Bugün Türkiye’de yaklaşık 65-70 yıl süren bu dönemin sonunun gelip gelmediği tartışılmaktadır.
Batı’dan kopuşun beraberinde liberal ekonomik politikaları ve demokratik yaşamı ne derecede etkileyeceği de muammadır. Suriye’de milli menfaatlerimizi korumaya yönelik çabalar ile yaklaşık 100 yılda düşe kalka elde edilen insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi Cumhuriyet kazanımları bir arada elde tutulabilecek midir? Mevcut iktidarın hem Suriye’de milli menfaatlerimizi hem de Cumhuriyet kazanımlarını koruması gerekmektedir. Birini diğerine tercih edemeyiz.
Güzel bir yazı biz hala oy saymaya devam edelim :(
Güzel bir yazı biz hala oy saymaya devam edelim :(
İktidar sadece kendi bekasını düşündüğü sürece, ki bunun son örneği hukuksuz seçim itirazlarıdır, olumsuz tablo daha da kararacak ve en son içinden çıkılması güç bir kaosla sonlanacaktır. Umarım yanılırım. Belki de vatandaş gerçek tabloyu görecek ve artık düşman yaratmayla barış ve zenginlik gelmeyeceğini görecektir kim bilir.