BEKA KAVRAMI VE TEHDİT
Beka kelimesi seçim döneminde sıklıkla kullanılan bir kavram olarak hafızalarımıza yer etti. Ama bekayı herkes kendi bildiği gibi açıklamaya çalışınca kafalar karıştı. Türk Dil Kurumunun sözlüğünde beka kelimesinin anlamı “kalıcılık, ölmezlik” olarak ifade edilmiştir. Sizlere burada sözlük anlamından farklı olarak uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi çerçevesinde beka kelimesini elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım. Bunun yanısıra teknik ve hukuki anlamda bilgilendirme yaparak güncel politik olaylarla ilişkisini sorgulayıp bekanın ne anlama geldiğini somut olarak görmenizi sağlamaya çalışacağım.
Beka teknik olarak askeri literatürde kullanılan bir sözcüktür. Askerlik yapanlarınız bilir askerlikte beka tedbirleri diye bir eğitim konusu vardır. Askerlikte birliğin düşmanın hava taarruzlarına karşı korunması, kimyasal, biyolojik, nükleer silahların etkisinden korunması gibi eğitimler beka tedbirleri eğitimleri içerisinde ele alınırdı. Anlamı ve amacı bellidir. Askeri birliğin toplu olarak imha olmasını ve savaşamayacak duruma gelmesinin engellenmesine yönelik eğitimlerdir. Savaşta bir askeri birliğin en önemli görevi imha olmamak yani bekasını sağlamak ve sürdürmektir.
Bir insanın da bekası olabilir, bir topluluğun da bir ülkenin de. Amaç hep aynıdır; dağılmadan, imha olmadan hayatını sürdürebilmek, hayatta kalabilmek. Son günlerde sıklıkla kullanıldığı şekli ise Türkiye Cumhuriyetinin bekasıdır, dolayısıyla konu olarak bir ülkenin bekasından sözediyoruz. Ülkeler canlı birer organizma olmadığı için ölmeyeceğine göre bir ülkenin bekasından sözediyorsak onun yıkılmamasını kastediyoruz. Burada hemen aklımıza “payidar” kelimesi geliyor. Payidar “sonsuza değin yaşayacak olan”, “ölümsüz”, kalımlı olan” anlamına gelen bir sözcüktür. Atatürk’ün meşhur “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” payidar kelimesinin payidar kelimesinin yerli yerinde kullanımına iyi bir örnektir. Dilbilgisi kapsamında kalıcı olma, ölmezlik durumu için beka isim hali, payidar ise sıfat halidir dersek çok da yanlış olmaz.
Sizleri sözcüklere boğmadan politik terminolojide beka kavramını inceleyelim. Bir toprak parçası, bu topraklarda yaşayan bir topluluk ve bu topluluğun bir arada bulunmasını sağlayacak bir irade var ise biz bu birlikteliğe kısaca devlet diyoruz. Devlet aslında o topluluk içerisindeki yönetim iradesinin yani egemenliğin nasıl kullanılacağına ilişkin bir modeldir. Topluluktaki bireylerle, egemen irade yani devlet arasında görünmeyen bir anlaşma vardır. J.J.Rousseau buna toplum sözleşmesi diyor, günümüzde o sözleşmeyi de somut olarak Anayasa şeklinde görebiliyoruz. Anayasalarda o toplumun ki biz artık bu topluluğa millet diyebiliriz, oluşturduğu devletin şekli ve temel ilkeleri ifade edilir. Anayasalar o ülkede yaşayan herkes tarafından kabul edilen ortak değerleri içerir. Bu kabul aynı zamanda bir mutabakattır. Anayasalar çok genel anlamda bireylerin devlete “biz karar verdik şu şekilde, şu ilkelere göre bir arada yaşamak istiyoruz ve seni de bu düzeni sağlaman ve koruman için görevlendirdik, topluca irademizi devrediyoruz, bunu sağlarsan karşılık olarak senin istediğin askerlik, vergi vermek gibi ödevleri kabul ediyoruz” dediği metinlerdir.
Anayasamızdan bahsedecek olursak; halen yürürlükteki 1982 Anayasanın ilk 3 maddesinde “1.Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir”, “2.Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”, “3. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı İstiklal Marşıdır. Başkenti Ankara’dır.” denilerek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tanımı yapılmıştır. Takip eden maddede ise bu maddeler değiştirilemez hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez denilerek koruma altına alınmıştır.
Bu ilkelerin beka ile ne ilgisi mi var? Anayasamızda sayılan bu hususlar Türk Devletinin “varlığının” ifadesidir dersek, beka da tarif edilen şeklin ve ilkelerin kalıcılığını sağlamaktır diyebiliriz.
Daha da somutlaştırırsak; her kim ki Türkiye Cumhuriyetinin şeklini, temel ilkelerini değiştirmeye veya kaldırmayı düşünür ve/veya teşebbüs ederse Türkiye Cumhuriyetinin bekasına bir tehdit oluşturur diyebiliriz.
Buradan yola çıkarsak Cumhuriyet yönetimini ortadan kaldırmaya çalışanlar, devletin dilini, başkentini, bayrağını, marşını değiştirmek isteyenler, insan haklarına saygı duymayanlar, Atatürk milliyetçiliğine bağlı olmayanlar, demokratik düzeni kaldırmaya çalışanlar, laiklik ilkesine aykırı hareket edenler, sosyal devlet ilkesini ve hukuk sistemini kaldırmaya çalışanlar Türkiye Cumhuriyetinin bekasına karşı bir tehdit oluşturur dersek doğru söylemiş olur muyuz? Tabi ki bu çok genel bir değerlendirme oldu. Bu geniş yorumuyla doğru olan bir önermedir. Teoride işin özü budur. Ancak pratikte tehdidin yönelme şekliyle ilgili olarak hukuki anlamda örgütlü olmak, cebir ve şiddet kullanılması, teşebbüs, eksik teşebbüs konusu gibi detaylar vardır.
Özetle Türkiye’de devleti ve devletin Anayasal düzenini ortadan kaldırma doğrultusunda cebir ve şiddet kullanarak hareket edenler Türkiye Cumhuriyetinin bekasına tehdittir. Zaten bu husus da Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 309. maddesinde; “cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.” şeklinde ifade edilmiştir.
Tehditleri kaynağına göre genel olarak iç ve dış tehditler olarak tasnif edebiliriz. İç tehditler anlamında, darbeye kalkışarak Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya çalışan FETÖ, yine Anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya çalışan PKK, İŞİD gibi terör örgütlerini sayabiliriz. Anayasal düzene tehdit olarak daha adını saymadığımız DHKPC benzeri terörü yöntem olarak seçmiş aşırı sağ ve sol örgütler de vardır. Bu terör örgütlerinin her birinin Anayasal düzen ve devletin şekli ile temel ilkelerinin değiştirilmesine yönelik amaçları vardır. Mesela PKK ülke içerisindeki bir toprak parçasında ayrı bir devlet kurmak istemekte, İŞİD demokratik ve laik düzeni ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. FETÖ ise Anayasal düzeni tümüyle ortadan kaldırmak istemiştir.
Dış tehditleri ise iç tehditler gibi açık şekilde ifade etmek biraz sıkıntılıdır. Çünkü devreye diplomasi, uluslararası ilişkiler gibi kavramlar girmektedir. Ancak açıkça hasmane ve düşmanca tutum ve davranışlarda bulunan yabancı ülkeleri bu grupta değerlendirebiliriz. Yabancı bir ülkenin Türkiye’ye tehdit kaynağı olan bir terör örgütlerini desteklemesini, ülke içerisinde vekalet (proxy) yoluyla iç karışıklıklar çıkarma girişimlerini hasmane tutum olarak davranış olarak tanımlayabiliriz. Ekonomik saldırılara da hasmane tutum diyebiliriz. Ancak açıkça ülke ismi vererek dış tehdit belirtmek uluslararası diplomasinin diline pek uygun değildir.
Tanımları yaptık. Kurulduğu günden beri Türkiye Cumhuriyeti devamlı iç ve dış tehditlere maruz kalmıştır. Örneğin 1945 yılından 1990’lı yılların başına kadar eski Sovyetler Birliği öncelikli dış tehdit olarak tanımlanmıştır. Zaman zaman Yunanistan, Suriye ve Bulgaristan’la sorunlar yaşanmış bu ülkelerden gelen tehdit algısı yükselmiştir. Yine benzer şekilde 1970’li yıllarda iç karışıklıklar üst seviyeye çıkmış, 1990’lı yıllarda bölgesel terör şiddetlenmiştir. Son vereceğim örnek de dini bir terör örgütünün 15 Temmuz’daki kalkışmasıdır. Yaşanan bu olaylar Türkiye’nin bekasına yönelik tehditlerin somutlaşmış halleridir.
Neticede Türkiye’nin binlerce yıllık geleneğin temsilcisi olmasının yanısıra modern devlet olarak 100 yıllık kurumsallaşma tecrübesi bulunan bir devlet aklı elbette vardır. Milli Güvenlik Kurulu koordinatörlüğünde hazırlanan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (Kırmızı Kitap) adını verdiğimiz dokümanda belli zaman aralıklarında bu tehditler değerlendirilir ve güncellenir. Devletin başta güvenlik kuvvetleri olmak üzere bakanlık seviyesinde tüm birimlerine bu tehditleri bertaraf edecek şekilde politikalar önerilir, görevler verilir. Örneğin TSK kırmızı kitaba uygun olarak Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi (TÜMAS) belgesini hazırlar. Eğitimini, mevcudunu, teknolojisini hatta askeri birliklerin lokasyonunu bile bu çerçevede ele alır. Ciddi ve kurumsal devletler bu çalışmalarına stratejik düşünce kuruluşlarını da katar, yol haritaları çizer.
Bu yazının maksadı; sizlere son günlerde sıklıkla duyduğumuz beka, tehdit gibi kavramların tanımını yapmaktır. Bu kavramlar daha çok üst seviyede ve ülkenin güvenlik stratejileri çalışmalarında kullanılan terimlerdir. Politik fikirlerimiz uyuşmadığı için sokaktaki bir kişiye “sen bu ülkenin bekası için tehditsin” demek çok da anlamlı değildir.
Beka kavramının seçim kozu olarak kullanılması aczin ifadesidir aslında. Türkiye için hangi dönemde dıştan ya da içten tehdit eksik olmuştur? Uzunca bir dönem Sovyetler Birliği zaman zaman Yunanistan vs. Devlet adamı için asl olan tehdidlere rağmen vatandaşlarının kendisini huzur ve güven içinde hissetmesini sağlamaktır. Ellerinize sağlık.
''Bu yazının maksadı; sizlere son günlerde sıklıkla duyduğumuz beka, tehdit gibi kavramların tanımını yapmaktır. Bu kavramlar daha çok üst seviyede ve ülkenin güvenlik stratejileri çalışmalarında kullanılan terimlerdir. Politik fikirlerimiz uyuşmadığı için sokaktaki bir kişiye “sen bu ülkenin bekası için tehditsin” demek çok da anlamlı değildir.'' Devletin bekası seçim malzemesi yapılacak, içi boşaltılacak bir kavram olmayıp devletin temel prensiplerinden biridir.Yine güzel bir yazı olmuş Eşref Bey..Teşekkürler..
Güzel bir yazı kavramları derleyip toparlanmış, eğitici olmuş. Ne dediğimizi bilmekte fayda var.